Sizi Pandeminin mutasyona uğrattığı insanın evrimleştiği yeni bir türle tanıştırmak isterim. Onlar aslında pandeminin de post-covid dünyasının da kazananları. Tıpkı ilk defa taşın ucunu sivriltip cevize vuran insan gibi yaptıklarının makro sonuçlarını bilmiyor olabilirler. Biz de mağarasından “napıyo bu değişik” der gibi kısık gözlerle bakan bir Neandarthal gibi kendilerini izliyoruz. Sosyal medyada görüyoruz, bir yılda yüzlerce kitap okumuşlar, online opera izlemişler. Twit atıyorlar, “Şimdi size tamamen çevrimiçi gezebileceğiniz ücretsiz sergileri yazacağım”; birisi Avusturalya’dan kanguru besleyiciliği tarihi müzesi diğer MET’in ıssız koridoru. Instagram storylerinde arkeolojik kazı görüyoruz veya YouTube’dan canlı izlenen oyundan bile alınmış bir kesit. Cumhurbaşkanlığı konserlerini bile izlemişler, karantina gecelerinde Mücbir Sebepler’e de gülmüşler.
Kim bu insanlar?
Kim?
daire.iki hiçbir masraftan kaçınmadı ve sizin için bu insanları yakından inceledi. Tek tek profillerine girdi, arkadaş gruplarında sorguladı. Tıpkı bir sosyolog gibi farklı parametreleri bir kuram doğrultusunda etraflıca inceledi. Kavramsal olarak elbette tüketim toplumu, orta sınıf, sanat, toplumsal temsil, kolektif bilinçaltı gibi hiç irdelenmemiş noktalardan hareket ettik çünkü daireye ancak bu yakışırdı: söylenemeyeni söylemek, gözden kaçanı görmek.
Daire editörleri temsili
Evet, homo-çevrimiçisanatsever’e dönecek olursak, kimdir bu insanlar? Ne yapıyorlar bu kadar saat bilgisayar başında? Neler dinliyorlar, nerelerde geziyorlar?
Homo-çevrimiçisanatsever pandeminin maya üreticileri ve zayıflama koçlarından hemen sonra en çok kazananları. Bu insanlar parası az zevki kallavi olan üniversite öğrencileri. Bir iş yerinde çalışmayan kadınlar. Uzak şehirdeki öğretmenler, akademisyenler, gelinler. Büyük şehirlerdeki enerjisizler, banliyo insanları. Kalkıp mutfağa su içmeye gitmeye üşenirken British Museum’un Ancient Civilization galerisinde eser inceleyenler. Online konserlere pijamanın rahatlığıyla katılanlar. Söyleşilere, eğitimlere yatağına beş dakika mesafeden katılma şansı bulanlar.
Henüz olayın nereye evrildiğini anlamış değiliz ama bu kentsel bir dönüşüm. İstanbullunun taşralılara burun kıvırma sebepleri gidiyor elinden. Neredeyse utanmasak sanat tüketiminin demokratikleşmesinden bahsedeceğiz
Koleksiyonerlik anlamında olmasa da (çıktı alıp evin duvarına asma seçeneğini elersek ki Etsy’de bu konuda çok iyi dükkanlar var) sanatseverliğin çevrimiçi bir altın çağ yaşadığı kesin.
Dünya çapında 50 yıla yayılması öngörülen dijital üretimin pandemi döneminde bir yılda gerçekleştiği söyleniyor. Bu üretimin en büyük kısmı çevrimiçi eğitim ve kültür üretimi sayesinde oldu (bankacılığı saymazsak). Çevrimiçi kültür-sanat günceli yakalamayı, mesafeleri kısaltmayı ve en önemlisi dijital eşitlik ve demokrasi hayalleri kurdururken deneyimi elimizden almıyor mu? Boyanın kokusunu, desenin boyutunu, dokunma duygumuza direnmeyi, müzenin kafesindeki sigaranın ilk nefesini özleyecek miyiz, yoksa biz homo-çevrimiçi olarak bu uzak mesafe ilişkilerine daha fazla mı tutunacağız?
Pandemi bitti dendiğinde ilk kalabalık sokakta birbirimizin boynuna atlayacak kadar özlemiş hissediyorsak da evden çıkmak zor, bilgisayar yakın, metrobüs kalabalık ve akşam trafiği var. Homo-çevrimiçisanatseverler, yorum kutusunu renklendirin, en çok nereleri gezdiniz? Bir sonraki yazı online müzeler üzerine olsun…