Bu yılın Met Gala teması “Camp: Notes on Fashion” olarak açıklandığında Susan Sontag arama motorlarında hit yaptı muhtemelen. Amerikan entelektüel camiasının en karanlık kadınlarından birisi nasıl oldu da Kardashian’larla, Hadid kardeşlerle aynı yazı içinde zikredildi? Ya da Sontag’dan modaya uzanan yol acaba sandığımızdan daha mı kısaydı ve Sontag bizden başka bir moda anlayışına mı sahipti?
"Camp: Notes on Fashion” Susan Sontag’dan doğrudan değil mülhem Metropolitan Museum of Art’ın (kısaca MET) en son süreli sergisinin galası. Sergide Sontag’ın 1964 yılında yazdığı ve kendisini büyükler ligine sokan Notes on Camp adlı denemesi bir çerçeve olarak alınmış ve bu bağlamda ironi, mizah, gülünç, parodi, pastiş, yapay, tiyatral ve abartı gibi kavramların modada bulduğu ifade incelenmiş. Elbette queer moda ve edebi yazın ilişkisi de göz ardı edilmeden.
Nedir Bu Camp?
Söz konusu Met Müzesi “Camp: Notes on Fashion” Iris ve B. Gerald Cantor sergi salonunda açıldığı andan itibaren hem moda hem de bayağı ve rüküş olan üzerine kendi yorumunu getirme iddiasında. Sergide ilk galerilerin sergilerinin ciddiyetinden camp- basitlik-bayağılık kavramının etimolojisine nesneler, moda ve sanatın kesişim noktası mercek altına alınmış. Moliére’in 1671 yılında “Scapin’in Maceraları” adlı oyununda ilk defa karşımıza bir sıfat olarak çıkıyor camp kelimesi. Bayağı bir homoseksüeli anlatıyor. Erdem’in 2019 bahar koleksiyonlarında da 19. yüzyılda homoseksüellik bağlamında kullanılmasıyla yorumlanmış. Daha sonra Oscar Wilde romanlarında camp artık bir ad, bir isim olarak kullanılıyor. Sontag’a buradan sonra geliyoruz, Christopher Isherwood’un yüksek ve düşük rüküşlük olarak kullandığı kelime Sontag’ın 1964 yılındaki deneme kitabında bambaşka bir bağlam kazanıyor. Bayağılık ve modanın bu en aşağılık hali Sontag’ın kaleminde yeni bir değer elde ediyor çünkü. “Kötü olan aslında iyidir” popüler kültür üzerine o güne kadar yazılmış en cesur yorum olarak modaya da bakışı değiştiriyor. Ve belki de bugün hala en iyi popüler kültür okuması olarak yerini koruyordur. 60’larda ortaya çıkan Fluxus akımı ve beslendiği Dada, sanatın müzeyle ve müzayedeyle ilişkisini çoktan koparmış, hatta bir neo-dada olarak gündelik olanın değerine gözünü dikmişti. Joseph Beuys’un gerçekle temsil arasındaki mesafeyi sorguladığı ahşap iskemlesini aklımıza getirelim. Beuys ve bütünüyle Fluxus akımının sanatta yaptığını yazının dolaşımına sokarak tüketime can atar biçimde önümüzde duran nesne, sembol ve kıyafetleri entelektüel bir ciddiyetle ele aldı Sontag.
Bu deneme sadece Sontag’ın kariyerini bir eleştirmen olarak değiştirmedi aynı zamanda sanata daha az akılla ve daha çok duygu/duyum ile yaklaşma konusunda bakışı da değiştirdi. 2004 yılında 71 yaşındayken vefat ettiğinde arkasında sadece fotoğrafa değil fotoğraflanan nesnelere de bakmak konusunda yeni bir bakış açısı bırakmıştı.
Oyunbaz Estetiğe Merhaba
“Notes on Camp” 60’ların yeniliklerden beslenen ve tabuları yıkmaya yeminli ruhuna da çok iyi gelmişti aslında. Mesele bayağılık ve özgürlük olduğunda hem cinsel davranışlar hem de Sontag’ın tartıştığı gibi estetik tutumlar da sorgulanıyordu. Ciddi görünüm tam karşısında duran oyunbaz bir estetik aslında tam da ciddiye alınması gereken şeydi.
Ciddiyet Sontag’ın yazınında izini sürebileceğimiz bir kavram, ama bazen çok ciddi şekilde incelemeye cesaret ettiği şey rafine kabul edilen fikirlerin hepsiydi, 1950’lerin ilk çeyreğinden itibaren bu konu çoktan gözden düşmüştü halbuki. Yüksek ve alçak kültür arasındaki bariyerlerin keskinleştiği bir zamanda popüler kültürün hazları üzerine içten bir açıklıkla yazmıştı.
Sontag’a ve özellikle Camp denemesine bakarken zamanın ruhunu gözden kaçırmamak gerek. O zamanlar bayağı olanın eğlencesi bu kadar yaygın değildi, gerçek anlamda ciddiyetin eğlenceye bile sindiği bir evrende yaşıyorduk, TRT’nin korolarını hatırlayın, bu tavır sadece Türkiye istibdatına has da değildi. Bayağılık ve queer eğlence üzerine yazarak aslında bayağı olanın seviyesinde zihinsel bir bozulma, belki de bir yükselme yarattı Sontag ve artık camp’ın burada kalıcı olduğunu da anlamış oluyordu tüm dünya. Elli beş yıl sonra Met Gala’da, bayalığın büyük gecesinde, kalıcılığın ne boyutta olduğunu görüyoruz. Çünkü aslında Met Gala bir sebep değil sonuç, abartılı makyajlardan, orantısız bedenlerden, plastik gibi malzemelerden gündelik hayatta izlerini sürebileceğimiz bir noktadayız.
Met Gala’da Sontag’ın Olması: İyi mi Kötü mü?
Bugün edebi ve deneysel yazında yüksek ve alçak kültürün savaşında saf tutuyoruz aslında. Bir kısmımız çok satanlar raflarındaki aforizmalara burun kıvırıyor veya bazıları bayağı duyguların da ifadeye hakkı olduğunu düşünüyor. Ama kaybetmeye başladığımız bir konu var, yazarların kültür hayatımızın temelinde durduğu. Bu Türkiye entelektüelleri için de geçerli, tüm dünya için de. Üç beş çok satan romancımız dışında, yaşayan kimselerin üzerimizde etkisini hissetmiyoruz. Halbuki bir derginin günlerce beklendiği, bir kitabın döne döne defalarca okunduğu zamanlar vardı ve Sontag böyle bir zamanda kültürün kavramlarını olduğu kadar modanın yönünü de etkilemişti. Çünkü fikirler artık merkezde değil, bu eski savaşı görünümler (image) kazanmış gibi duruyor.
Sonuç olarak Sontag’ın “Notes on Camp”ı bugün için bile, Batılı okuyucular için bile, hala cesur ve radikal bir metin. Met Gala’da ne işi var sorusunun cevabı da burada, moda ve sanatla ifade bulan alternatif estetikler, alternatif toplulukların sesi olmakta.