Analar Çeker Selfie Kimsenin Gülesi Yok

Analar Çeker Selfie Kimsenin Gülesi Yok


Telefonları istila eden kampanya mesajları… “Annenize güzelliğini hediye edin, cilt bakımı şu para.”, “Annenizin aklı fikri highlighterda onun için tüm kozmetik alışverişleri bu para.”, “Anneniz blender fetişisti olabilir küçük ev aletleri var ya of ne biçim ucuz.” şeklinde olmasa da muhtemel ki bu motivasyonla gönderilen o güzide mesajlar… Bunlardan birine denk gelmeyen sayılı, Allah’ın sevdiği (Prens Charles’ın da dediği gibi: bu da ne demekse) özel insanlardan biriyseniz şayet; yırttık diye çok da ümitlenmeyin. Her yerden geliyorlar, her yerden.

 

Bu rahatsızlığa ilk nerede kapıldım diye düşündüm. Sonuçta anneysen herkes seni taltif edecek; döner yemeye gittiğin lokanta doğurganlığını bir karanfil ile kutsayacak ya da ne bileyim kocan belki çocuğunla suni bir iş birliği kurarak harikulade bir sürpriz hazırlayacak sana. Bunlarda ne var? Ne var bunlarda. Sevin. Sevin, işte. Ama iş öyle kolay değil.

 

Bu sıkıntıyı çözmek için her rahatsızlık zuhurunda yolun gözüktüğü çocukluğa inmek lazım belki de. İlkokul öğretmeninin tanrıça olduğu ve herkesin o tanrıçanın en sevdiği melek olmak için yarıştığı yıllara. (Tabi en başından tek suçu tüf tüflemek ve ödevlerini evde unutmak olan şeytanlardan biri olmayı seçmediyseniz) 

 

 

Bu olayın belki aynısını ya da benzerini yaşayanlar çoktur diye düşünüyorum. Benim hikayemde o yılların bir anneler gününde, veli toplantısı kisvesi altında analarımız sınıfa çağrıldı. Biz ise hepimiz tahta önünde bekledik, yerlerimizdeyse birer karanfil ve üstelik henüz ölmemiştik. Sonra sınıfa analarımız girdi ve biz söze başladık: “Güneşin alası çok, her evin çilesi çok, analar çeker yükü, kimsenin bilesi yok.” diye. O ilk temastan sonra “Çocuğa bakar anne, evine tapar anne; gece gündüz çalışır, yarını yapar anne”yi de patlattıktan sonra istediğimiz ambiyans tam manasıyla oluştu. Gelenler içinde ağlayanlar, peçete arayanlar, çocuğuna canhıraş sarılanlar… Ortam muazzam, hele ki 9 yaşında bir çocuk için inanılmaz ufuk açıcı bir deneyim. Biz ise bu tecrübeden bihaber, sınıfça Prestij Müzik Ailesinin “Hepimiz Kardeşiz” klibi tadında analarımızın bam teli üstünde zıpladıkça zıplamaya devam ediyoruz. Ve karşılıklı ağlaşmalar eşliğinde anneler günümüz son buluyor.

 

Etrafta oluşan mazi bulutlarını dağıtırsak, beni bu anıya götüren asıl şey; bu melodisiz asla söylenemeyen çocuk şarkısının tuhaflığı oluyor. Analar cefakâr, kendini yuvasına ve yavrusuna adamış, 364 gün ıstırap içinde, bir gün bari yüzü gülsün diyerek hazırlanmış bir içerik. Anneliğin genel manada çocuğun temizliği, gıdası ve eğitimi hakkında titiz, onunla ve kendinle vakit geçirme konusunda ise gereksiz olarak algılandığı yıllar için belki kabul edilebilir bir şarkı. Ama yine de “Bak sen cefa çekeceksin, orada anlaşalım; ama üzülme buna karşılık kutsalsın ve cennet ayaklarının altında olacak.” düşüncesi hiçbir şekilde anlamlı değil. Korkular kurularak yasaklanan şeyler, ödüller konularak kabul ettirilen şeyler arasındaki o dar alana hapsedilen asıl benliğimiz… İşte huzursuzlanan o.

 

2000’ler öncesinde annesiyle yeterince vakit geçirememiş kadınların, çocuklarını odalarındaki lego havuzuna bırakıp çalışırken ya da akşam için yemek ısıtırkenki yetersizlik hissinde saklı belki de bu deşeleyen his. Evine tapma konusunu aşmış olsa da şunu yapsam acaba etkilenir mi diye çocuğu konusunda her daim vesveseli kalan kadın yanımızda ya da. Bilmiyorum. Bildiğim şey, cefanın anneliğe dahil olması ve bunun karşılığında yılın bir dönemi ucuz yüz temizleme jeli alma fikrinin saçma olduğu.

 

 

“Herkes de her şeye karşı, kandil kutlasak dinde böyle bir şey yok; sevgililer gününde çiçek alsak Allah Aziz Valentine’i bildiği gibi yapsın.” dese biri haksız sayılmaz sözlerinde. Öte yandan tüketim toplumu, bunlar hep mağaza sahiplerinin cebini dolduran şeyler gibisinden lafların da pek bir manası kalmadı artık. Bir zamanların kıymetle saklanan karton poşetlerini çay döküp çöp poşeti yapan bir nesilden bahsediyoruz. Kimse kimsenin vadesiz taksit sayısını yargılayamaz. O nedenle biz de kutlayalım. Kim dedi ki kutlamayalım. Bana da gelsin normalde para verip almayacağım şeyler hediye olarak. Bahaneyle salonumu çiçek kokusu sarsın, ne güzel. Benim bunlarla hiçbir derdim yok.

 

Benim tüm karın ağrım, bütün bu seremonilerin esasında bir alışverişten ibaretmiş gibi olması. Emeğini satıp, karşılığında yavrusunun, canından bir parçanın borcunu sürprizlerle ödemesini bekliyor olmak. Bu anlaşmayı tek taraflı feshetme zamanı geldi bence. Çünkü cefa çekmeyi reddedebiliriz. Gerekirse bebeğimizi vicdan azapsız mama ile büyütmeyi, her müsait anı ona tahsis etmektense yalnız kalabilmeyi, peynir yemedi diye dertlenmektense yoğurt da iyidir demeyi, yalnız huzurların içindeki suçluluğu ve ardından beklenen o bahanesiz sorunu pek de dert etmiyor olabiliriz. Belki o zaman onlar da “Anasının kuzusu” olmaktansa kendileri olmayı keşfederler. Minnetsiz büyürler. “Bunu anneme nasıl açıklarım.” düşüncesini akıllarından hiç geçirmek zorunda kalmazlar.

Bilmiyorum. Bir tek doğru yok. Yolunu bulmak zor. Ama koltuk altı roll-on’undaki indirim oranının annelikle de bir alakası yok. Ondan eminim.

 

12 yorum

  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil

Yorum Yaz