Bir İyisin İyi Turp Gibisin Hikayesi

Bir İyisin İyi Turp Gibisin Hikayesi


Aslında uyanmıştım. Yıllardır tek hamlede kapakların açılması ile gerçekleşen hadise bu kez bilişsel bir farkındalık yoluyla oluyordu sadece. Çünkü göz kapaklarım açılmamaya kararlı. Ne olmuş olabileceğini sorgulamaya ise vaktim yok. Öylece evden çıkıyorum.

 

Yol boyunca gözümde bir batma ile arabayı kullanırken yanımdakiler durmadan “Bahardır, normal.” diyor. Peki o zaman, diyorum. Akşama doğru kızarıklığın başlaması ile telkinler, “Yoruldun, uyuyunca geçer.”e  dönüyor, bekliyorum. Biraz buğulanıyor etraf, tam ağzımı açacak oluyorum. “Şşş sakin ol” diyerek malum kedi ve malum yeri deyimi hatırlatılıyor ısrarla. Ona da peki, diyorum.  Sonuçta bende istemiyorum gerçekten önemli bir hastalığa tutulmayı ya da beni geçiştirenlerin haksız çıkmasını. Gerçekten. Ama sonuç: doktora gidiyorum.

 

Kayıt yaptırırken hastanede tuhaf gözlerle bana bakılıyor fakat 'sarışın ve hassas' olma klişesi yine işe yarıyor ve kimse  soru sormak için kendini yormuyor. Bu da benim her durumda ne yalan söyleyeyim işime geliyor. Doktorun asistanı görür görmez ooo’layarak “Ölçüme gerek yok sizi şöyle alalım.” deyince; işte, diyorum.  “Bakın gördünüz mü, hani bir şey yoktu.” rahatlamasını bilenler bilir, biraz gevşiyorum.

 

Vebalı muamelesi görme durumu ilk olarak doktorun odasına girdiğimde başlıyor. Tam çıkış vakti etrafa mikrop saçıyormuşum gibi davranıyor herkes. Kendimi klozette Domestos’a kafa tutan yeşil yaratık gibi hissediyorum. Doktor, görür görmez “adoneviral konkonktüvit” diyor. “Ok, bana ne dersen uyar ama o ne?” demektense; "Yani?" diyorum kısaca. "Bulaşıcı, salgın var, havluları ayır, havadan geçer, kimseye yaklaşma, rapor yazıyorum" kararları ve 5 adet damla ile uğurlanıyorum odadan.

 

Damlalara başlıyorum ama artık çok geç. Kocama bulaşıyor o sürede ve evde kimse net göremez hale geliyor. O aralar aklıma bir şey düşüyor. Diyorum daha geçen sene çizdirdim gözlerimi şimdi her şey başa mı saracak? Nereden baksak ücretiydi, zaman kaybıydı önemli şeyler benim için. Bir daha doktora gidiyorum. Bu sefer doktor daha kırıcı. Ben odasındayken camı açıyor, 10 dakika hasta almayın diyor, göz temasından kaçıyor, muayene ettiği aletleri ben oradayken dezenfekte ediyor. Başlarda bana kedili şaka yapanları, kediler tırmalasın diyorum içimden doktoru izlerken. Bu kez “2 ay kadar sürer, sonra bakalım, sen ilaçlara devam et” öğütleriyle ayrılıyorum tekrardan.

 

Tabi, hastaneye gelip giderken asansörde insanlarla karşılaşıyorum bu süreçte. 15. katta oturmanın keyfi böyle anlarda doyasıya yaşanıyor. Daire katı meselesinde manzara filan önemli değil. Yabancıların “elevator pitch” diye tabir ettiği ve farklı bir amaçla kullandığı sohbetlerden daha fazla istifade etmek için yüksekte oturmak her zaman avantaj bu gibi durumlarda. Örneğin; bu salgın hadisesi özelinde, üstüne çay koy, anne sütü sık (ben vereyim tekliflerinden bahsetmek istemiyorum), kaynayan suya atılmış lavanta ile yıka reçeteleri ile alternatif tıp coşkusu doruğa çıkarılıyor asansör sohbetlerinde. Ya da kesin olarak nazar olduğuma ikna edildim ben orada. O kadar kişi haksız da olamazdı sonuçta. Nazar oldum ama bunu böyle söylemem de hoş değil, farkındayım. “Allah Allah neden oldu acaba?” diye lafa girip o sözü de karşı tarafa söyletiyorum. Bu işin de bir görgüsü, bir adabı var sonuçta.

 

Hem asansörde bir şeyin bulaşmasından korkmak yoktur mesela.  Bunlar Amerika’nın çocuk parklarına ya da metrolara saldığı virüslerdir çünkü. Herkese geçecek şekilde salınmaz bu hastalıklar. Buna tutulanlar, batıdan ithal ettiğimiz ilaçları satın alır, kullanır ve olay biter. Bu ilaçları da sigorta karşılamaz. Bu da böyle bilinen bir gerçektir ve döngü bu şekilde kendini tekrar eder. Ben bu hadiseyi bir asansör sohbetinde dinledim. İnandım ve fikrimi de sabitledim. Amenna ve Saddakna.

 

Konuya dönecek olursak bu şekilde geçen üç hafta içinde iki kez aynı, iki kez farklı olmak üzere toplamda dört kere daha doktora gittim. Hepsinde verilen ilaçların farklı olması, iyiye gitmenin ötesinde her geçen gün daha da kötüleşiyor olmak ile sabrın tükenmesi... Bende hepsi yaşandı. Artık iyice sinirlerim bozulduğu bir an ağlayayım dedim, rahatlarım. O an ağladığımı sandım ama kötü bir parodi oyuncusu gibi gözlerimden yaşlar gelmedi bir türlü. Cast ekibinin gerginliği ile göz pınarlarına bastıran 'low-profile celebrity' halimle denedim denedim ama sonuç hüsran. Korktum açıkçası ve tekrar örselenmeyi göze alarak dördüncü kez doktora bu amaçla gittim. Sonuç: damlalara göz yaşı da eklenerek ağlayabilir hale gelmem sağlandı ve artık huzur içinde sinir krizi geçirebilirdim. 

 

Bu şekilde geçen bir ayın ardından batmalar ve yanma devam etmesine rağmen dışarıdan durum düzeldi. Ne olup bittiğini anlayamadığım bir salgın geride kaldı. İlk yoğurdun nasıl mayalandığını öğrenmenin huzurunu, ilk salgının nasıl ortaya çıktığını öğrenerek tekrar yaşamak istiyorum şimdi. Aynı zamanda kendimi alternatif tıbbın kucağına atıp şifayı otta ve bilumum ilginç şeyde mi aramalıyım, yoksa doktorların meteoroloji tahmini gibi bana iyileşmem hakkında kesin bir zaman vermesi için baskı yapmayı mı bırakmalı, işte onu da bilemiyorum.

2 yorum

  • profil
  • profil

Yorum Yaz