Bir Laf: Ben Böyle Olmayacağım

Bir Laf: Ben Böyle Olmayacağım


Üzerinde etiketi olmayan bir şeyin, yeni olduğunu anlama yetisini yitirebilir mi bir insan? Bir durumun örneğin. Paketli ve planlı olmaksızın gelen her şey, eskinin istisnasıdır sanki. Değişimin, iade dahilinde mümkün olabileceğine inanan tüketim uysalı gibiyiz.

 

İlk kez karşılaşılan tanınmayan fikir, nesne ya da uygulama olarak geçmez “yeni”nin anlamı sözlüklerde. Metin Altıok’un şiire dair fikri, hayatın ekserisi için geçerli.

 

“Şiirle her karşılaşmamız, bir öncekinden farklı; yeni bir karşılaşmadır.”

 

İnsanın kendiyle her karşılaşması da öyle. Çok garip; yıllardır tanıdığı kendine, kefil olamama bilinci geliştirir bir şekilde.

 

O gün de börülce kıracağız, kilolarca börülce. Haftada iki kere sebze yesek, ikisi de farklı olmak üzere. Her hafta da börülce yiyecek halimiz yok, buzluk ağzına kadar bezelye. Hem zaten balığın kursağına da kar kaçtı kaçacak. Geçen sene de bir köfte yapmıştık. Fırında. Hatırla.

 

Söyleniyorum “Ne gerek var iş çıkarmaya şimdi durduk yere?” diye. Bana öyle geliyor ki bazı kadınlar ilk iş, ilk bebeği olmak üzere durmadan yeni işler çıkarıyor kendine. Daha önce defalarca tekrarlanan ama o gün söz konusu olduğunda daha önce hiç dokunulmamış gibi orada duran yepyeni işler.

 

Dışarıdan bakınca büyümek; istediğini pişirip; olmadı buzdolabı üstünde bir not ile rica edip; hadi en kötüsü bir siparişle halledip dilediğini yiyebilmektir. Benim param olsa şunu asla kaçırmazdım denilen şeyi kaçırmamak değil belki tamam ama kaçırmayacak olma ihtimalini taşıma kudretidir. Belirli parametreleri tikleyip, kaderden gelene metanet göstermektir. Gösteremedin mi? O zaman acizliğine bir suçlu ya da bahane arama muafiyeti devrededir. Büyümek, büyümemişin gözünde üç aşağı beş yukarı bunun gibi bir şeydir.

 

Soruyorum; neden aylaklık üzerine kurgulanmış bir hayat yerine, sigorta primi gün sayısı için sabreden vergi mükellefinin adanmışlığı var bu evde? Sanki rot balans ayarlarımızla oynanmış da; birimiz sağa çeken tarafı ortalıyorum derken, diğeri soldaki tarlaların arkasında gözü yakan güneşin fotoğrafını çekiyor. Aynı evin içinde, aynı hayatın seyrinde değişik tutumlar.

 

Bu duygular insana cesaret veriyor o zamanlarda. Farklı olduğuna, olacağına inanmak besliyor sanki en az sabahları yumurta yemek, uyuyup uyanıp yeniden uyumak kadar insanı. O zamanlarda niyet ediyor insan yiyeceği kadar börülce ayıklamaya, tekrarları hayatından ayıklamaya ve inanıyor; kapalı devre yanmaktansa anahtarları açacağına, perdelerin dışarıya uçmasından korkmayıp camları açacağına ve karanlık yanını kendine her zaman dürüstçe açacağına.

 

Bir çizgi var ama. Üzerinde denge kurulsun diye değil de; iki ayrı taraf oluşsun diye çekilmiş bir çizgi. Bir anda geçilecek gibi duran; aslında katmanlı, çok kademeli bir çizgi. Kalınca. Geçiyor insan, istesem geçmem sanarken. Her gün uyandığında değişmeyeceğini, sorumluluklar farz-ı ayn’dan kişisele döndüğünde dahi yine kendisi olarak devam edebileceğini düşünürken geçiyor. Yeniden doğmadan yeni bir insan olmanın bitmek bilmeyen şaşkınlığı sarıyor.

 

Çocukluğu kadar sanıyorum bir insanın ömrü, bir nevi gailesizlikte fırsat eşitliği. Beklenmedik alınganlıklar ve uçar diye bırakılan balonların halıya düşen saç kıllarını toplamasından rahatsız olma hali. “Aynı kalmak” marifetini, “Hiç değişmemişsin” iltifatına tabi tutmanın gönlü eğlemesi. Olmaktan korkulana vardıran değişimi, görmezden gelmenin hafifliği.

 

Okunması için değil yapılmış olması için geçen hızlı alt yazılar gibi geçiyor düşünceler şimdi. Geçiyor başka dizeler, ömür de öyle.

 

Ben derim ki;

Ömrüm, ömrüm!

Mumlar neden eriyip sönerler de

Tersine doğru yanmazlar

Uzayarak yeniden

Ve insan doğmak ister mi

 Bir daha ölmek için?

Bir Laf: Ben Böyle Olmayacağım

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.