Dondurulmuş Gıdalar Filipinli Bir Kızın Hayatını Nasıl Etkiledi?

Dondurulmuş Gıdalar Filipinli Bir Kızın Hayatını Nasıl Etkiledi?


 

https://medium.com/@samimallari hesabına sahip komedi yazarı Sam Mallari'nin kendi hayat hikayesinden çeviridir.

 

Hazır gıdalar Filipinli büyüme çağını yaşayan bir kadının hayatında nasıl bir lütuf haline geldi?

Donmuş hazır yiyecekler 1940’larda silahlı kuvvetler için zorlu şartlarda tüketmek için hazırlanmış tam olarak kökeni belirsiz bir biçimde ortaya çıktı. Ardından bu gıdaların anlamı ve fonksiyonu 2000’ler boyunca Filipin-Amerikan kökenli bir ailenin Orange Country’de ufak bir apartman dairesine taşınması ile tamamen farklı bir anlam kazandı. Burası evin babasının bisikletinin balkondan çalındığı ve çocukların kaldırım kenarlarında uyuşturucu anlaşmaları yaparak sızıp kaldığı bir yerdi.

Her akşam bu evin mutfağında mikrodalganın sesi, pişen yemeğin habercisi olarak duyulduğunda; küçük bir kız yerinden sıçrar ve her bip sesinde disko dansları yapardı.

 

O kız bendim.

 

Ailem tüm ülkenin seksen bir eyaleti içinde en iyi yiyeceklere sahip olduğu bilinen Filipinler’de bir şehir olan Pampanga’dan Amerika’ya göç etti. İnsanlar Filipinler’i düşündüğünde akla gelen en ikonik yemeklerden olan lumpia (sigara böreğine benzer kıymalı bir hamur işi) ve adobo’nun (domuz yahnisi) en iyisi Pampanga’da hazırlanırdı. Ne zaman diğer Filipinlilere ailemin o sihirli mutfak şehrinden geldiğini söylesem bana “Oo o zaman sen çok iyi şeyler yiyorsun, ha?” diye cevap verirlerdi.

 

Ailem işleri yoluna koyarken benim için ilk niyetleri muhtemelen dondurucu gıda reyonuna aşık olmam değildi. Bizi bu dünyadaki diğer her şeyden daha mutlu eden o şeyden ödün vermeden gelirlerini sabitlemenin bir yolunu bulmaları gerekiyordu; yani yemekten!

 

İlk başlarda televizyonlarda bilindik Amerikan öğünleri çıktığında, sulu Filipin meyvelerini yutmaya daha meyilliydim.

 

 

Fakir olmamamıza rağmen çocukluğum ortalama bir Amerikan ailesinden daha mütevazı geçti. Küçükken kendime sık sık şu soruları sorardım: “Neden daha fazla elbise satın alıyorlar” ya da “ Neden bale dersleri alıyorlar?”

 

Aile buluşmalarına ya da kutlama yemeklerine gelince annem pek de ünlü olmayan yemek kitabını çıkarır, süpermarketleri es geçip Filipinli restoranlardan en iyi hazır yiyecekleri pişmeden satın alırdı. Ailem akıllıydı, asla cimri değil.

 

Çocukluk anılarını hatırlamak her ne kadar duyguları atlıkarınca bulanıklığında hissettirse de bir kaç hissi çok net hatırlıyorum. Babamın kolunu dondurucu reyonuna doğru çekiştirdiğimi ve onların arkasından nemli kartonun parmak uçlarımda hissettirdikleri ile sepete gizlice bir şeyler tıkıştırdığımı. Mesela Cuma gecesi aile toplantısı için donmuş pizza kutusunun plastik filmindeki o gerginliği açmak...

 

Çocukken her hafta aile geceleri olurdu. Gelecekteki çalışma hayatımız ve ilkokul bilmecelerinin üstesinden gelebilmek için bu bir nevi enerji yenilenmesi demekti bu anlar. O geceler genellikle yandaki dükkandan DVD kiralardık. Yemeğimizi yemek masasında yer sonra film izlemek için oturma odasındaki jumbo şişme yatağa zıplardık. Cumartesi günleri okula gitmeyeceğimi bilme rahatlığıyla uyanırdım ve o geceler donmuş gıdaların kartonunu açmak bile kan basıncımı arttırmaya yetiyordu.

 

 

Bizim evde büyüdükçe her dondurulmuş gıda markası çeşitli hastalıklara karşı güçlü bir panzehir olarak kullanıldı. Çocuk mutfağı ruhumuz için ayahuaska (Ayahuska asması olarak da bilinir. Ekvator kuşağında bulunan Peru Amazonları'ndaki Conibo Kızılderilileri tarafından yüzyıllardır bilinen, farklı bölgelerdeki şamanist kabilelerce de kullanılan kutsal bir iksir) görevi gördü. Güneş altında oynadıktan ve That’s So Raven’in tekrarlarını izledikten sonra hiçbir şey beni çikolatalı pudingten daha iyi sakinleştiremedi. Aslında bu yiyecekler çoğu kez beni soğuktan ve acımasız ölümlerden kurtardı. Her sene zatürre olduğum zamanlarda sırf bu sebepten ölürsem en azından “verginin” ne anlama geldiğini anlamak zorunda olmadan öleceğimi düşünürdüm.

 

Bir gün annem eve bir paket dondurulmuş çikolatalı Eggo waffle’ları ile geldi. Aile gecesi boyunca waffle yedim ve komaya girene dek Shrek’i izledim. Uzuvlarım hayatımın en iyisi uykusuna doğru kayarken kendimi tereyağlı bir su birikintisinde gibi hissettim. Ardından zatürrem iyileşmeye başladı ve “verginin” anlamını keşfetmek için yaşamak zorunda kaldım.

 

Bu dondurulmuş gıdanın ailemizdeki tüm sorunları nasıl ortadan kaldırdığına dair bir sır olduğu izlenimini vermesin. Gelecek yıllarda toksik tabloidlerin üzerine yığılmaya başladıkça kendimi benden daha zarif bir biçimde ergenliğini yaşayan arkadaşlarımla kıyaslamaya başladım. “Nasıl karın kasları oluşmuştu?”, “Mükemmel cilde sahip olmak için ne yaptılar?” ya da “O büyüleyici sütyenlerin içine nasıl girdiler?” Bundan sonra olabildiğince iyi bir diyet yapmaya karar verdim. 12 yaşındayken sadece soğuk et yedim. Evet soğuk et. İçinde bir ergenin olduğu her hane gibi tartışmalar kaçınılmaz oldu. Ancak sıkıca tutulan görüşler Cuma geceleri gevşerdi. Yemek ve DVD oldukça güçlü bir ikna ekibiydi.

 

 

Annemin yeni yeni ortaya çıkan güvensizliklerime karşı cevabı Lean Cuisine ve Trader Joe’nun tatlıları gibi daha sağlıklı seçeneklerdi. Yeni seçenekler bana açlık çekmeden veya kudurmuş bir öfke canavarına dönüşmeden daha iyi yemek yemek ve daha iyi hissetmek için alternatif yollar olduğunu öğretti. Ama sonuçta ben sağlıksıza meyilliydim ve ailem elinden geldiğince beni makul ve sağlıklı tarafta tutmaya çalışıyordu.

 

10 yıl çok şeyin değişmesi için yeterli bir zaman. Metabolizmam yakınlarda bir cafede pinekleyen emekli gibi olmamasına rağmen, insanlığın dondurulmuş çocuk mutfağını tüketmek için evrime uğramadığının farkındaydım artık.

 

Kolej oldukça uzun ve pahalı bir elbise giydirme oyunu gibiydi. Bu süreçte kıyafetlerimi süsleyip havalıymış gibi davrandım ve vejeteryan dondurulmuş yemekler yemeyi seçtim. En kötüsü de bu süreçte evden gelen çağrıları görmezden gelmeye alıştım. Çünkü o sırada hayatımın geri kalanının temelini sorunsuz bir şekilde döşemekle meşguldüm. Ama rol yapmak bir yerde işe yaramamaya başladı.

 

Sonunda Ağustos 2019’da ilk kez kendi başıma televizyonda gördüğüm o akşam yemeklerinden aldım. “Organik” veya “glutensiz” gibi kelimelerle söylenen yarı sağlıklı donmuş seçenekleri alabilecek olmama rağmen bana tüm tuzları, yağları, asitleri verebileceğini düşündüğüm o markaları seçtim. Endişelerimi ve acılarımı gidermek için ailemin tüm sunduklarına rağmen dondurulmuş çocuk menüsü ve diğer hazır gıdalar...

 

Uzun zamandır hissetmediğim bir heyecanla arkadaşımın evine gittim, bir süredir onda kalıyordum. Mikrodalganın tuşlarına saldırdım. Ne hissetmeyi umduğumu bilmiyordum ama üç öğünün hepsinde karşılaştığım iyi örneklerden sonra hayal kırıklığı diyemeyeceğim açıklanamaz bir duygu dolandırıcılığı ile güreştim. Hayır. Bu kadar çok sevdiğim bir şeyin asla bu kadar harika olmadığı gerçeğinin farkındaydım.

 

Donmuş yiyecekler, parke zeminde yalnız başına yerken daha farklı vurur. Bu donmuş akşam yemekleri, beni kültürel bir kırbaç denizinde boğulmaktan kurtaran simit görevi gördü. İki farklı kültürü barındıran bir çocuk olarak, donmuş yemekleri her zaman Filipin tutumuyla Amerikan rahatlığı arasında mutlu bir kesişim olarak görmüştüm. Bu yüzden kalbim ikisi arasındaki ayrımı kavrama aşamasında kırıldı, şimdi kendim için çok önemli olan öğünlerden nefret ediyorum.

 

Kısmen yenen yemek artıklarımı sardım ve çaresizce ailemin yemeğimi bitirmek ve filme başlamadan ev ödevlerini bitimem için yaptığı dırdırı hatırladım. Bir süre sonra ilk kez telefonu açtım ve evi aradım.

 

Şimdi ise dondurulmuş yemekleri on yıldan daha önce tekrar sevebileceğimi sanmıyorum ancak dondurucu reyonundaki görüntüler ve bilinçaltımdaki heyecan dalgalanmalarını hala hissediyorum. Yemekleri sevdiğim için değil. Anne babamın tutumundaki fedakarlık, esneklik ve cuma gecelerini dört gözle beklediğim zamanları özlediğim için. Hayatta kesin olan pek fazla şey yoktur. Ancak işsizlik, göç ve finansal mücadeleler sayesinde hayatımda kesinliğini bildiğim tek şey ailemin varlığı.

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.