Yakın bir arkadaşım bir gün, plansız uğradığı bir arkadaşından bahsederken “Evi müze gibiydi, çayın yanına hemen iki üç çeşit bir şeyler çıkardı, imrendim, neden benim düzenim böyle olamıyor, sanki evi çok tertipli olanların yuvaları sıcacık, huzurlu... Her şeyleri muntazam gibi geliyor bana, kuramadığım o düzen, hep iç sıkıntısı” dedi.
Söyledikleri aylardır, ne zaman evin içinde kaybolsam, aklıma geliyor. Yıllar önce bu konuyla ilgili en yakınıma, uğraşıp durduğum ama bir türlü başaramadığım hayallerimdeki düzenle ilgili sızlandığımda tokat gibi bir cevap gelmişti; “Sen o kadın değilsin ki”. Bu cümle kafamda dönüp durdu. Ben hangi kadındım? Ya da ben neden o kadın olamıyordum? Hani annelerimiz gibi, hani ölüversek arkamızdan hiç kimsenin hiçbir şey söyleyemeyeceği, düzeni ile anılacak o kadınlar gibi.
Bir yanım düzeni sağla ve mutlu ol böylece derken diğer yanım da sürekli “evdeki meleği” öldürmelisin, doğru olan bu, diyordu. Peki bu varsaydığımız mutluluk gerekçelerini biz ne zaman omzumuza yüklemiştik? Çocukken-gençken? Evde yemek, ütü, tertip yüzünden çıkan bir huzursuzluk mu bu kodları oluşturmuştu beynimizde? Kimden duymuştuk? Kendi halimizde bir köşede küçük bir kız çocuğu olarak otururken kulak misafiri olduğumuz “O komşunun, yengenin, eltinin, görümcenin” yerilmeleri mi doğru olanın ne olduğunu belletmişti. Mutluluk, huzur, sevgi gibi ihtiyaçların en yukarısında sayılan kavramları bu primatif sayılabilecek düzleme nasıl oluyordu da indirgeleyebiliyorduk.
Bu kişisel tecrübe/iç konuşma yukarıda dursun.
Coventy Patmore, ideal, kendini evine adayan, sessiz, mükemmel kadın portresini çizdiği Angel in the House (Evdeki Melek) şiirini yazalı 167 yıl olmuş. 19. yüzyılda kadınlar için motto haline gelen, benimsenen ve hatta kutsanan bu deyim, Virginia Woolf’un yazdığı “Killing the Angel in the House” isimli denemesi ile tabuları yerinden oynatan tam bir başkaldırı örneği olarak tarihe geçmiş. Deyim yerindeyse ataerkile, bu domestik meleğe savaş açmıştır.
“Acımasız ve zararlı bir yaratık olan Evdeki Melek’i öldürmeye hazır olmalısınız. Bu melek, benliğinden vazgeçmiş, herkesin ihtiyacını kendilerinkinin önüne koyan, kendi işinin ehemmiyetsizliğine inanan fedakâr bakıcıdır.”
“Mahkemeye çıkarılsam gerekçem meşru müdafaa olurdu. Çünkü ben onu öldürmeseydim o beni öldürecekti. Yazılarımın kalbini söküp alacaktı… Bu yüzden de ne zaman kanadımın gölgesini ya da başının halesini sayfamın üzerinde hissetsem hokkayı kaptığım gibi ona fırlattım.”
Virginia, o dönemdeki birçok kız çocuğu gibi okula gönderilmemişti. Viktoria dönemine nefreti bu nedenle çocukluk yıllarına dek uzanır. Küçük bir kız çocuğu iken eril dünyaya karşı duruşunun temeli belki de bu yoksunlukla atılmıştı. Aslında dönemine göre şanslı olan Virginia, seçkin ve entelektüel bir ailede dünyaya gelir. Eğitimine evde, özel öğretmenler eşliğinde devam eder. Babasının görkemli kütüphanesinin gölgesinde Latince ve Yunanca öğrenir. Yine içinde yaşadığı toplumun şartları düşünüldüğünde Virgina’nın ortalamanın üstünde imkanlara sahip olduğunu görebiliyoruz fakat o taşın altına elini koymayı seçmiş, toplumsal rolleri, cinsiyet rollerini sorgulamış kendi dönemindeki kadınların sorunlarını yüksek sesle ifade edebilmiş. Virginia kâğıdı ile kalemi arasına giren, yazmasını engelleyen kendi meleğini örnek göstererek aslında kadının sağalmasını, bireyselleşmesini engelleyen her türlü dikteye referans veriyor.
Virginia, evdeki meleği öldürün derken muhtemelen ne varsa koyun gitsin, çoluk çocuk sersefil olsun anlamına ulaşmayı hedeflemiyordu. Başkası için yaşayan, bırakın öncelik sırasında bir yerlere kendini koymayı, sıraya girmeye kendini layık görmeyen kadınları silkelemek istemişti aslında.
Bugün başımızdan ayrılmayan melek olarak adlandırılan o “hayalet”i güçlendiren, besleyen, erk, anane, aile, arkadaş, toplum ne varsa yüzyıllardır bütün kadınların başında. Hiç susmadan kadınlara rollerini dikte ediyor, kötü ve eksik hissettiriyor, özünü görmesini engelliyor.
Virginia kendi meleğini “boğazından yakalayıp” öldürdüğünü söylüyor. Ben kendime şimdi diyorum ki “Tamam öldüremiyorsan da bir süre kapı dışarı etmeyi dene ve o işleri bitirmeden kahveni koy, kitabını eline al, oradan bir başla bakalım.”
5 yorum
Annesi melek olan ve o meleği hiç öldürmemiş bir kadının melek katili kızıyım.Ona meleğini öldurtemedim.Demekki herkes kendi meleğinden sorumlu imiş. Güzel bir yazı..şöyle dönüp kendime baktirtan bir eser.Eser diyorum zira edebî yani da bence kuvvetli bir kompozisyon..Tesekkurker
Öldüremesek de süründürelim o meleği..
Bu konu hep kafami yorar zaten. Asiri derecede duzen isteyen benim, bu ne cocuklugumda ailemden ne de yillardir esimden ya da cevremin beklentileri yuzunden degil. Bunu isteyen ve saglayamadikca bunalan benim. Beklenti cevremden gelse aynen ben de bas kaldirir ve umursamazdim ancak su durumda sadece debelenip duruyorum
“Meleği öldürdük “var sayalım!günümüzde kapitalizmin çarkları arasında en çok debelenip isyan eden çalışan kadınlar .bu kadınların evini çoluğunu çocuğunu kim çekip çevirecek?başka bir kadın!gündelikçi,bakıcı ,babaanne vs eee çarka yine başka bir kadın takıldı .kimi kurtardık parası daha çok olanı mı?!toplumsal cinsiyet meselesi ve kodlar değişiyor diyoruz kime göre neye göre?bu her şeyi mükemmel yapan kadın imajını bize yine kadınlar dayatıyor.erkekleri adam etsek kadınları napçaz 😁ben öldürsem annem gelip bu evin hali ne der bende bi iki çemkirip kalkıp toplarım.olay bundan ibaret..
Aslinda olmasi gereken evi pisligin götürmesi değil. Ortalik mi toplanacak kendimizi iyi hissetmiyorsak yada üşüyorsak yada bebek gece uyutmadiysa o anda uyuyamasak bile oturup bi 10 dakika kendimizi dinlemek. Sıcak bi kahve içmek. Ben bunu hep yaparim. Hatta buz gibi mutfağı bebek de ayagima sarilacagini bildiğimden gece olduğu gibi birakmisligim çoktur. Biri gelecekse de hazir ürünleri de cekinmeden tercih ederim. Hazırı varken kana tere bulasmaya ne gerek var.