Kullanıla kullanıla parça pinçik edilmiş bir sözdür: “Coğrafya kaderdir.” Sosyal medyada dolaşan ve belki de bir aklı selimin tesadüfen tutan iki çift lafı gibi her yerde, önümüzde ve şuralarda bir yerlerde dolaşıyor durmaksızın. Oysa bu, 1300’lerde doğan düşünür İbni Haldun’un yüz yıllar öncesinden bugüne varoluşu saran çarpıcı bir önermesi.
Kaderi istikametinde rotayı yeniden hesaplamak ve İbni Haldun’a tabi olup sınırları aşmak bugünlerde pek işe yaramıyor. Dünyanın her yerinin tüm insanlara ait, ayrıcalıksız ve birilerince atanmış kurallardan arındırılmış olması hayali tuhaf bir biçimde tezahür etti zira, merhaba korona. Şimdi hepimiz aynı yöne kaçıyor, aynı şeyi kovalıyoruz ama durup soluklanınca nedense bir türlü aynı durakta buluşamıyoruz.
“Bir tren arıyordum… Gece, gündüz, saat kaçta olursa olsun, beni alıp götürecek bir tren! Burada boğuluyordum.” diyen Andre Gide kendini hiç kötü hissetmemeli. Şimdi eşitlendik ve gideceğimiz yerde de boğulacağımızdan eminiz. Konumuz aynı: korona virüsü. Peki ya durumumuz aynı mı?
Berlin’de yaşayan Hacer de virüsün yüksek vaka, düşük ölümle seyrettiği ülkelerden birinde karantina altında. Karantina öncesi her gün dışarı çıkan ve dışarı çıkmadan ne yapacağını düşünen biri olarak Hacer’in hayatı bu aralar olağan dışı. Tıpkı Amman’daki bir diğer kadın Esra gibi. Esra sokağa çıkma yasağının olduğu Ürdün’deki evinde ve yasak ihlaline karşı konan 1 yıl hapis cezasıyla gönüllü değil zaruri bir karantinada.
New York’tan Gülsüm, virüs karşısında çoğu ülkenin berbat durumda olduğunu düşünüyor. Açıklanan vaka sayısıyla Çin’i geride bırakarak pandeminin ana üssü haline gelen Amerika penceresinden, durumun bu şekilde görünmesi olağan. New York’ta da Türkiye’deki gönüllü karantinaya benzer bir “stay at home” uygulaması söz konusu. Herkes kendi izolasyonunu sağlamak durumunda ve insanlar çaresiz hissediyor.
Etiyopya’dan Fatma ise sağlık sistemi ve refah konusunda virüs öncesinde de dünyanın dezavantajlı bölgelerinden birinde yaşıyor. Afrika’daki yetersizliklerden ötürü başka ülkelerdeki insanların kendini şanslı hissetmesi gerektiğini söyleyen Fatma şunları iletiyor:
“Çok üzgün olduğumu söyleyemem.Tüm dünyanın korkuyla, kısıtlamayla tanışması faydalı bence. İnsanların koltuğunda oturup başkalarının bombayla, açlıkla ölümünü izlemesinden daha doğal, fıtri bir süreç. Bir kısmının canı can da diğerlerinin ki patlıcan mı?”
Almanya’daki Hacer, erken alınan önlemler ve sağlık sistemine duyduğu güvenden ötürü şimdilerde yalnızca hayret ve merak duyguları taşıyor. Tüm dünyada olduğu gibi orada da umutsuzluk hakim fakat bu bireysel bir kaygıdan öte, gelecekteki işlerin durumu ve belirsizliğe dair. Biraz aşağılara indiğimizde Katar’dan Zeyneb de bulunduğu ülke açısından kendini şanslı hissedenlerden ve genel ekonomi hakkında endişeli olsa da bireysel olarak derinden etkilenmediğini ve bu durumun geçici olduğunu düşünüyor. Dublin’de yaşayan Hüda da şimdilik içi rahat fakat genel anlamda bütün dünyanın sıkıntı yaşayacağını düşünenlerden.
Virüsün yayılmaya başladığı ilk andan itibaren Birleşik Krallık’ın tedbir almakta acele etmemesi ve gecikmiş önlemleri, orada yaşayan herkesi tedirgin etmişe benziyor. İskoçya’dan Nisa egzersiz ve alışveriş dışında evde kalmayı tercih etse de devlet politikasının belirsizliği ve yeterince test yapılmadığı düşüncesi ile bulunduğu ülkeye güvenmiyor ve ekonomik olarak tedirgin hissediyor. Aynı bölgeden Ceyda da Londraki durumu şöyle açıklıyor:
“Hastalık semptomlarını gösteriyorsak durumumuz ağırlaşana kadar hiçbir şekilde evimizden çıkmamamız söyleniyor. Ayrıca aile hekimine hastalık bildirilse bile test yapılmıyor. Rakamlar sadece hastaneye erişebilen ya da vefatı gerçekleşen hastaların.”
Birleşik Krallık çatısı altındaki insanlar önlemlerin geç alındığını ve hala yetersiz olduğunu düşünürken; su, gıda ve sistemli devlet teşkilatının olmadığı Etiyopya’dan Fatma, krizi yönetecek kişilerden ziyade halk açısından durumu değerlendiriyor. Fatma’ya göre bir arada yaşadığı halkın önemli bir kısmı tehlikeyi anlayacak bilinç düzeyine sahip değil ve ayrıca gereken hijyeni sağlamak için yeterli imkanı yok, üstelik kendini karantinada tutacak ekonomik birikimi de bulunmuyor. Yani orada hayat mecburen kaldığı yerden devam ediyor ve alınan sayılı önlemler yalnızca selamlaşmayı azaltmakla sınırlı kalıyor.
Dünyanın farklı bölgelerindeki kadınlar ortak bir söylemle gelişmeleri güvenilir haber ajansları ve ağırlıklı olarak sosyal medya üzerinden takip ediyorlar. Kendi pencerelerinden Katar’da 2 ay, Amerika’da 18 ay ve çoğu ülke için belirsiz olarak görünen bu süreç, ne zaman sone erecek kimsenin kesin bir tahmini yok. Duygular ortak ve şu üç odakta birleşiyor: kaygı, endişe ve merak.
Metrik olarak uzayan aralar, herkesin ruhsal olarak yakınlaşmasına vesile oldu ve Londra'daki Ceyda’nın Korona farkındalığı “Büyüklerini daha sık aramak” şeklinde ortaya çıktı ve Ürdün’den Esra’nın telefon-internet görüşmeleriyle sosyal yakınlığı arttı. Gülsüm’ün kendi kendine geliştirdiği destek yöntemi belki de bir çok kişiye dokunabilir:
“Son olarak aklıma gelen, mahallemdeki küçük iş yerlerinin sosyal medya hesaplarını takip ederek ne durumda olduklarını, hayatta kalabilmek için geliştirdikleri fikirleri takip etmek ve online olarak alacağım birşeyler varsa, mümkün olduğunca büyük şirketler yerine yerel esnaftan siparişler vermek.”
Son sözü Hacer söylüyor: Biz bir plan yaptık ve Allah'ın da başka bir planı vardı.