Sayın Kaygı Yüklü Bulut

Sayın Kaygı Yüklü Bulut


 

''Merhaba ben Tuğçe, biliyor musunuz benim TC kimlik numaram da aynen 12345678910

Merhaba ben Ayşegül, Allah sizi inandırsın aile sıra numaram tam tamına 0568

Merhaba ben Engin, annemin evlenmeden önceki soyadının birinci ve üçüncü harfi çok hoşuma gidiyor.

Merhaba ben Ahmet, kartımın arka yüzündeki üç haneli sayı öyle tatlı ki, bir gün görmenizi çok isterim.''

 

Hepsi kulağa garip ve komik geliyor. Çünkü duyulmamış şey, çünkü böyle bir şey yok ve zaten olamaz, olmamalıdır da. Mühim ortamlarda, mühim insanlarla tanışmanız, kendinizi tanıtmanız, kendinizden bahsetmeniz gerektiğinde bunları söylemezsiniz, bunları kimse merak etmez, kim ne yapsın ki acaba bunları, bunlar ne biçim laflar bunlar.

 

Daha ziyade, konuya dan diye girmemek için bildiğimiz üzere önce yaşımızı, gelişme bölümünde öğrenim durumumuzu, sonuç olarak nihayet mesleğimizi söylememiz gerekir. Bana garip gelen bunu böyle yapan insanlar değil, hayır. Ben de ''ne işle meşgul olduğumun'' merak edildiği durumlarda konuyu ''ev hanımı'' başlığı altında özetlemeye çalışıyorum. Öğretmen olsam öğretmen olduğumu da söylerdim, avukat olsam bunu gizlemezdim muhakkak, hatta doktor olsam çıkar insan gibi derdim ki bakınız ben doktorum, mühendis olsam ne diyeceğimi tahmin etmek zor değil. 

 

Yani garip olan insanların durumlar gereği bunları söylemesi değil elbette; bütün olarak bunun başından beri böyle işlemesi, böyle yapılagelmesi, böyle kabul görmesi ve böyle kemikleşmesi. Önce bunun merak edilmesi, bundan sonra bakış açısının belirlenmesi ve oradan dinlemek. Görmenin, ciddiye almanın, ölçüp tartıp ona göre puan vermenin anlamsız ölçütlerinden bahsediyorum yani. İlk kim akıl ettiyse geç olmadan kulağını çekmek gerekiyor. 

 

Bir örnek: Bir bilgi yarışmasında tüm soruları doğru cevaplayan iki kişi olsa, bunlardan biri bir şirketin ceo'su ya da başarılı bir iş kadını olsa mesela, diğeri de bir esnaf yahut bir ev hanımı olsa, kime daha çok şaşırır ve kimi daha çok takdir ederiz? Biliyoruz. Bravonun seviyesi, alkışın şak şakı, nedendir bilmem, mesleğimize ve tahsil durumumuza oranla değişiyor.

 

Herhangi bir art niyet besleniyor değil, buna inanmıyorum, zaten öyle takır tukur bir şey demek de istemiyorum ben, daha ince ve yumuşak... Bir şeyleri olumlamak, diğer şeyleri parlatmak, birini diğerinden daha önemsiz ya da daha evla kılmak maksadında hiç değilim. Tam olarak nasıl anlatılır bilmiyorum, sadece ve salt kafalardaki tabular garip geliyor. 

 

Yani bazı şeyleri bilmemek insana diğer şeyleri de mi bildirmez? Ya da bazılarını bilmek insanı diğerlerini öğrenmekten muaf mı kılar? Çünkü hadi o ceo, bu herkese malum bir iş kadını, hadi onlar mürekkep yalamış, hadi tahsiller üstüne tahsiller görmüş, iş hayatı görmüş, dünya görmüş, tüm görmeleri onlar görmüş tamam, peki ya bu küçük bir dükkanın ya da kutu kadar evin içinde bunca şeyi nasıl bilmiş... mi gerçekten? O yüzden buna daha çok bravo mu?

 

Negatif ya da pozitif ayrımcılık olmaksızın, o öyle, bu da böyle, evet ve neticede ikisi de aklı, fikri ve iradesi olan insanlar olamaz mı yalnızca? Böylesi daha akıl alır iş değil mi? Sırtımızdaki, alnımızdaki etiketler ve türlü şeyler, söylediğimizin, yaptığımızın tesirini bir şekilde hep etkiler mi? Bunu böyle, aynen böyle, olduğu gibi tutmaya kararlı mıyız, yoksa kırar mıyız artık? Şu asıl mevzuyu bir süzüp tam ortasından bakar mıyız duruma, çünkü sene olmuş beş bin artık.

 

***

 

Hayatımda ilk kez kendimi enine boyuna ama tabii kısa ve öz olarak tanıtmam gerektiğinde, yani işte biliyorsunuz nasıl olduğunu, aynen öyle, bir şey için bir yere başvuru yaparken, aslında ilk olarak ne söylememi istediklerini anlarken, hiç konuşulmamışken ama iki taraf da bunu gayet iyi bilirken, sayfalar boşken ama özünde klasik bir formken yani ve tabuları yıkmanın hiç de sırası değilken, haliyle şunları yazamadım:

 

Merhaba, ben Bayan Kaygı Yüklü Bulut.

Yapabildiğim en iyi iş bu ve son otuz senedir profesyonel olarak bununla meşgulüm. 

Son günlerde, seneler sonra dikkatimi yeniden toparlayabildiğimi görüyorum ve bu bana neşe veriyor.

Bu bahar kiraz ağaçlarının diğerlerine göre daha geç çiçek verdiğini farkettim. Bu bahar daha nicesini bilmek için dünyaya dikkatle bakmayı çok sevdim.

Kış başında öğrendiğim güzel, iç okşayan kelimeleri, çocukken yaptığım gibi bir deftere not etmeye başladım yine. Bu kış, biriktirip saklamaya değer şeyler aramaya yeniden başladım.

Hayattan yegane beklentim, bir pencerenin önünde tasasız bir kedi gibi oturarak, binlerce başka başka pencere açıp oradan da bakabilmek. En büyük hedefim, her sabah daha sakin, daha telaşsız, daha yavaş biri olarak uyanıp bir gün nihayetinde uçuşup duran bir tüye dönüşmek.

Bu halle yaptığım şu şeye, bu halle bakabilmenizi umarım,

Kolay gelsin.

Şuna benzer bir şey yazdım:

Merhaba ben Ceylan Taş, 1989 Ankara doğumluyum, lise mezunuyum, ev hanımıyım, iki çocuk annesiyim. Bu da şey işte, isterseniz bakın, bakmazsanız da ne yapayım artık aman.

***

Şakası böyle, ama gerçekte de bu şey aşağı yukarı böyle. Sorulan ya da sorulmayan sorular aynı. Bir şeyleri önden belirleyebilmek için, ya hiç içeri almamak ya da alıp iyice sarmak için yani, ilk olarak cevapları öğrenmek gerekiyor hala. Daha başka türlü türlü şeyi kapsayan şablon şablon pek çok soru.

 

Demek değil ki bilhassa onun, bunun, şunun için değişmeli. Hayır, başka başka gerçeklerle yaşayan herkes için böyle, bakılandan ziyade bakan için değişmeli diyorum. Çünkü gerçeği neyse ne, herkes bundan çok çok ötesidir özde, bu kabuktur, ardını oradan göremezsiniz, imkanı yok diyorum.

 

Hakkında illa fikir sahibi olmak isteniyorsa birinin, onu en çok neyin yorduğu sorulsun mesela ve çok yorgunken nasıl dinlendiği sorulsun diyorum. Ah ütopya! Keşke komik gelse böyle şeyler bana ama gelmiyor, gayet mantıklı geliyor ne zaman düşünsem. Dinlenme biçimi insanın özüne dair pek çok ipucu taşır, gerçekten, bazen dinlenebilmek için kendini başka şeylerle yorabilir insan, buna bakılsın diyorum. 

 

Hazır başlamışken, günün en sevilen vakti de sorulsun, acıktığında nasıl davrandığı da sorulsun, gülesi geldiğinde ne yaptığı, aslında neye güldüğü de, en çok neye öfkelendiği, öfkesini tutup ondan ne yaptığı, hüzün nedir, melankoli nedir, aradaki farkı bilip bilmediği de sorulsun, kırılganlık nedir, alınganlık nedir, ikisini birbirinden ayıran o çizgi nedir ve orada dengede durabiliyor mu, bu da sorulsun diyorum.

 

Ve zaten evde oturduğunda ne çok oturan, dışarı çıktığında ne çok gezen, evlendiğinde kocayı buldu, evlenmediğinde bu da iyice çavuş oldu, doğurduğunda buldumcuk, doğurmadığında ne kadar da bencil, çalıştığında el kadar bebeğe yazık, çalışmadığında bir çocukla kendinden geçmiş, başını örttüğünde çomar, başını açtığında yoldan çıkmış, okuduğunda aman sanki cumhurbaşkanı, okumadığında anca işte bu kadar, kendini bıraktığında iyice saldı, kendine baktığında iyice uçtu oluveren insanların, el birliğiyle yeni ve sapasağlam bir gerçek inşa etmeleri gerekiyor diyorum.

 

Çünkü madem her koşulda bir şey olacağız, madem bu böyle, o zaman ilk önce aynı şey olalım, sonra isteyen sorsun, anlatan anlatsın diyorum.

 

Dilerim böyle olsun diyorum, aynen böyle.

33 yorum

  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil
  • profil

Yorum Yaz