Lübnanlı yönetmen, senaryo yazarı ve aktör Nadine Labaki Orta Doğu’nun kendisini sınırlamalar ve klişeleşme tuzağından kurtarmış en değerli kadın yönetmeni belki de. Dışarıdan bakıldığında Arap dünyası için tabu görünen bir alanda çalışan ve kendisini ispat etmenin de ötesinde bir başarı yakalayan Labaki’yi bir hikaye anlatıcısı olarak tanıyın istedik.
Labaki gibi yönetmenler hakkında konuşmak hem zor hem kolay. Bir perspektiften Lübnan’ın tutucu ve gerici topraklarından kendisini sıyırarak özgürleştirmiş “kadın” yönetmen. Hem de Hristiyan. Tam bir oryantalist rüya. Derdi meselesi Lübnan, buradaki hakim kültür, dini bile domine edip değiştiren kültürün getirdiği problemler ve yozlaşma….
Dini meseleler, savaş, kadının toplumdaki yeri ve Lübnanlı herhangi bir insanın gündelik yaşamda karşılaştığı sorunlar Nadine’in sinemasında önemli bir yer tutuyor. Caramel ya da Peki Şimdi Nereye gibi filmlerinden son filmi Kefernahum’a Nadine bütün bu sorunları renk ve müziğin bir orkestra gibi yönetildiği incelikli sahnelerde işliyor. Şiirsel ve yine de eğlenceli bir yanı var Labaki sinemasının. Aynı zamanda gerçeklik ve doğruluk Labaki için önem taşıyor, “filmde olan her şeyin gerçekten yaşandığı izlenimini vermeyi seviyorum” diyor hatta.
18 Şubat 1974 yılında Beyrut’ta doğan yönetmen hayatı boyunca bir şekilde film endüstrisinin içinde olacağını bildiğini ifade ediyor. Büyürken kardeşiyle birlikte “gerçek anlamda milyonlarca” film izlediğini, filmlerin içinde yaşadığını anlatıyor özlemle. Labaki’nin uluslararası alanda ilk defa tanınması 1997 yılında Labaki’nin Beyrut St. Joseph Üniversitesi görsel sanatlar bölümünden mezun olurken çektiği ve daha sonra geliştirdiği “11 Rue Pasteur” filminin Paris Monde Arabe Enstitüsü Arap Sineması Bienalinde “En İyi Kısa Film” ödülünü almasıyla başlıyor.
Reklamlar, Klipler, Ödüller ve Endüstriyel Dans
1998 yılında Paris Cours Florent adlı bir workshopa katılan Labaki bir süre reklamlar ve Orta Doğulu sanatçılar için video klipler çekti. Bu dönemde Labaki birçok reklam işiyle defalarca Phoenix Ödüllerine layık görüldü. Labaki’nin alternatifsiz modern yaklaşımı Orta Doğulu sanatçılar için olduğu kadar izleyiciler için de yeni bir deneyimdi ve belki de bu yaklaşımı sayesinde uluslararası bir ün kazanmaya başladı. Nancy Ajram, Nawal Zoghby, Katia Harb ve Carole Samaha gibi ünlü sanatçılarla birlikte çalıştı. Kendi ifadesiyle “bir sanatçının içindeki en iyiyi çıkarmak her yönetmenin görevi” olduğundan ihtimaldir ki bu süreç sanatçılar için de dönüştürücü bir deneyim oldu. Bu dönemin Labaki’nin sinemasına kattığı en önemli şey filmlerinde akıp giden, filme eşlik etmekten ziyade paralel bir hikaye anlatan, başka seslerin olduğunu sürekli izleyiciye hatırlatan eşsiz müziğidir. Bir dil olarak reklamın ve klibin endüstriyel olarak tüketim nesnesi olan müzik ve şeylerle kurduğu ilişkiyi Labaki elbette kendi içinde yorumlamıştı. Daha sonra Kefernahum’la zirveye ulaşacak olan derdini anlatma kaygısı 30’lu yaşların başlarında kendisinin bir dil ve araç edinmesine yardımcı oldu belki de.
Gerçekliğe Övgü
Herhangi bir Nadina Labaki filmi izlemiş olan herkes orada romantize edilmiş naif Doğu’yu bulamayacağını bilir. Burada gerçeklik kendi adına varlığa kavuşmuş olan bir ülküdür artık.
Birlikte çalıştığı herkes tarafından aşırı titiz ve hatta oyuncuları hikayenin gerçekliğine katma konusunda obsesife varacak kadar hassas olduğunu söylüyor. Labaki izleyiciyi hem ağlatıp hem güldürebilen bir yönetmen, Lübnan’ın kültürünü ve gündelik yaşamını anlatırken tuhaf detayları bulup çıkararak hem yaşayan karakterler yaratıyor hem de insan davranışının altında yatan sihir ve mücadeleyi yansıtıyor.
2007’de büyük ses getiren filmi Karamel’in hem senaristi hem yönetmeni hem de başrollerinden birisi olan Labaki filmin premierini Cannes Film Festivali Directors’ Fortnight’da yaptı. Güzellik salonunu güvenli bir cennet belleyen beş kadın üzerine çekilmiş bir romantik komedi olan bu film Beyrut’un gündelik hayatına detaylı bir bakış atma denemesiydi Labaki için.
Dünya çapında birçok festivalde ödüle layık görülen Karamel sayesinde Nadine Labaki Sundance Film Festivali’nin İzlenmeye Değer 10 Yönetmeni listesine girmeyi başardı. Kendisine 2008’de Fransa Kültür ve İletişim Bakanı tarafından Sanat ve Edebiyat alanında şövalye nişanı verilmesini sağlayan da bu filmdir.
2010 yılında Labaki’nin Türk izleyiciler tarafından da bilinmesini sağlayan “Peki Şimdi Nereye” (Halla La Wen) köyleri savaş tarafından parçalanmış birisi Müslüman birisi Hristiyan iki kadının kolluk kuvvetlerine katılmasını anlatıyor. Premieri Cannes Film Festivali’nde yapılan film Labaki’ye başka türlü bir uluslararası ün getirdi. Romantik komedi kategorisinde değerlendirilen Karamel’den sonra Labaki’nin Orta Doğu’nun toprağına sinmiş meselelere ilişkin duyarlılığı ve bunu ele almadaki becerikli feminen duruşu hem yönetmenin hem de filmin Toronto’dan San Sebastian Film Festivaline ödüller almasını sağladı.
Fox International’in Fransız yönetmen Xavier Beavois’nin “Mea Culpa” (2014) ve “La Rançon De La Gloire” (2014) adlı filmlerinde rol aldı. Bunun yanı sıra Philippe Aractingi gibi ünlü Lübnanlı yönetmenlerle çalıştı, özellikle 2010 yılında Laila Marrakchi’in yönetmenliğini yaptığı Fransız-Fas yapımı drama filmi Rock the Casbah’daki performansıyla övgüye layık görüldü.
2014 yılında “Rio, I Love You” adlı antoloji film derlemesi için seçilen yönetmenlerden birisi olarak hem yönetip hem oynadığı bir sahne çekti ve Harvey Keitel’in performansıyla ölümsüzleşen bir sahneye imza attı.
Nadine Labaki’nin kariyerinin bir diğer yanı da sayısız film festivalinde juri koltuğuna oturmasıdır. Sundance, Venice, Belçika Namur Film Festivali ve Cannes bunlardan bazıları.
Beyrut Amerikan Üniversitesi Tıp Merkezi bünyesinde yer alan Çocuk Kalbi Vakfı adına iyi niyet elçiliği de yapan Nadine Labaki vakıf için “Bu bir film değil. Bu gerçeğin kendisi” sloganıyla yayınlanan bir dizi reklam filmi de çekti.
Oscar’a aday gösterilen son filmi Kefernahum, Labaki’nin uluslararası şöhretini perçinleyecek gibi duruyor. Cannes Film Festivali’nde ödül alan film gösterim sonrasında dakikalarca ayakta alkışlanmıştı. Yoksulluk içindeki bir çocuğun kendisini dünyaya getirdikleri için ailesine dava açmasını konu alan film, oyuncular yerine gerçek yaşamdan kişilerle çalışması ile de dikkat çekti.