Zonaro'nun İstanbul'u İstanbul'un Zonaro'su

Zonaro'nun İstanbul'u İstanbul'un Zonaro'su


Şehirleri tablolara kazıyan ressamlar hem sanat tarihi açısından hem de toplumsal hafızamız açısından önemli bir iş yaparlar. Zonaro gibi İstanbul’a tam anlamıyla yerleşmiş, İstanbul’un kıyısını köşesini, bugün var olmayan çıkmaz sokaklarını ve binalarını, şehrin gelenek ve alışkanlıklarını resmeden ressamlara bu bakımdan çok şey borçluyuz. Evet Zonaro İstanbul’u gerçekten evi bellemişti, sevmişti ve belki de burada ölmeyi dilemişti. Şehirden acıklı ayrılışını romantize etmemek çok zor. Belki başlangıçta oryantalist bir güdüyle ne gördüyse resmetmiş olan Zonaro gerçekten bir İstanbullu olacak kadar benimsemişti bu şehri çünkü. Biraz da bundan, dışarlıklı bir gerçekçiliği de var Zonaro’nun İstanbul’unun. Başka bir gözle, atalarımızın İstanbul’una bakalım istedik.

Kısa bir hayat öyküsü ve İstanbul’a geliş

Son saray ressamı olarak bilinen Fausto Zonaro 1854 yılında İtalya’nın Padova kentinde doğmuş. İnşaat işçisi olan babasının yanında çıraklık yaparken resme ilgisi olduğunu keşfetmiş ve Roma’da güzel sanatlar eğitimi aldıktan sonra Paris’te o zamanlar moda olduğu üzere kendi atölyesini kurmuş. Venedik, Napoli ve Padova’ya uzanan geziler yapmış. Başlangıçta öğrencisi olan Elisa Pante ile kendilerine ev olabilecek ve rahatça sanatlarını icra edebilecekleri bir şehir arayışına girmişler zamanla. 1900’lerin başında Avrupa’da hayatın pek kolay olmadığını da eklemek lazım. Aslında Zonaro’nun aradığı bir sanat çevresi ve belli bir yaşam şekli sunacak bir şehirdir, kendisine yuva olabilecek bir şehir. Sonradan evleneceği Pante’nin önerisiyle İstanbul’a yerleşirler.

Aslında Avrupa bir sanatçı olarak ifade alanı bulamayacak kadar daralmıştır Zonaro’ya. Eşiyle Pera’ya yerleştikten sonra İstanbul’da kendilerine bir çevre ve ev inşa etmek için tam anlamıyla çırpınırlar; suluboya resimler, çerçeve tamiri ve fotoğrafçılık yaparlar. Zonaro para kazanmak için Galata Köprüsü üzerinde turistlere oryantalist çizgiler taşıyan İstanbul tabloları yaparken eşi çektiği sokak fotoğraflarını ipek üzerine basıp suluboyayla renklendirerek satar. 1892 yılındaki düğünlerine kadar çabaları kendilerine bir hayat kurmaktır aslında. Bir ressam ve kendisi kadar yetenekli sevgilisinin bu çabasında romantik bir yaşam hırsı var. Zonaro yükselmeyi, göze girmeyi, saraya kadar uzanmayı hayal etmiş miydi bilmiyoruz. Bildiğimiz daha erken dönemde bile İstanbul’un Zonaro’nun tablolarında salındığı.

Kadim İstanbul sokakları, satıcıları, tören alayları, çingeneleri ve çıplak çocukları, mesire yerleri ve köşkleri ile genç ailenin hayatlarını idame ettirmek için her gün yeniden ve yeniden yaptıkları büyük bir tuvale dönüşmüştü. Zonaro’nun İstanbul’unu bu kadar büyülü yapan belki de bu dört elle sarılma halidir, İstanbul’dan bir çevre, aile ve dost çıkarma çabasıdır. Şehre ait olmanın, kabul edilmenin ressamca bir yöntemidir.

1982 yılında Zonaro ve Pante St. Esprit Kilisesi’nde evlenirler. Artık yeni bir çevreleri ve dostları vardır. Dostlarından birisi de Osman Hamdi Bey’dir.

Zonaro’yu hem saray hem İstanbul ressamı yapan şey özünde saf, basit ve belki de biraz oryantalist bir hayranlıktır. 1896 yılında Galata Köprüsü’nden geçen Ertuğrul Süvari Alayı Zonaro’yu tam anlamıyla büyüler. İntizam ve ihtişam içinde geçiş yapan alayı her hafta izlemeye gider, üniformalarından koşum takımlarına detaylı eskizlerini çıkarır. Sonunda Abdülhamit’in padişah olduğu saraya sunulan tablo ona 20 altın, Akaretler’de bir daire ve Ressam-ı Hazreti-i Şehriyari, yani “Saray Ressamlığı” unvanını kazandırır.

Bu noktadan sonra Zonaro İstanbul’un sadece sokakları ve satıcılarıyla değil tarihiyle de dans etmeye başlar. Fatih Sultan Mehmet’in Bellini tablosundan esinlenerek bir tablosunu yapar. Daha önemlisi “Tekneler Haliç’e İndirilirken” adlı eserinde başlangıç noktasında Müslüman İstanbul’u, İstanbul’un kurucu otoritelerini; Fatih ve silah arkadaşlarını tablosuna aktarır. İstanbul’un Fethi adlı resminde mağrur ve muzaffer komutan Fatih Sultan Mehmet Bizans’ın kapılarından birisinden altın koşumlu kıratının üzerinde şehre giriyordur. (Bu tablonun orijinalinin Balkan Savaşı’nda şehit olan ressam Hasan Rıza’ya ait olduğuna dair söylentileri şerh düşelim ama Fatih portresini Zonaro’ya borçlu olduğumuz tartışmasız bir konudur en azından.)

Zonaro tabloyu yapmadan önce taslaklar yapıyor, yırtıyor, birbiri üstüne desenler çiziyordu. Zonaro o süreci Abdülhamid’in Hükümdarlığında Yirmi Yıl adıyla kitaplaştırılan hatıralarında anlatır. “Canlandırmam gereken dönem için eski baskılarda güvenilir izler aramak üzere İstanbul Müzesi Kütüphanesi’ne gitmem gerekti. Böyle bir tablomu sona erdirdim ve aynı zamanda Saray’ın yaldız ve çerçeve ustaları da gösterişli çerçeveyi hazırladılar. Tablonun Padişah’a gösterileceği gün geldi. Bu görevi Arif Bey almıştı. Kısa bir süre sonra, onun soluk soluğa ve titreyerek dışarı çıktığını gördüm. ‘Sultan II. Mehmed nerede? Ne yaptınız? Padişahımız II. Mehmed’in resmini gördüğünde kendi resmini gördüğünü sandı. Ne demeliyim?’ ‘Sakin olunuz efendim. Padişah Hazretleri’ne II. Mehmed’in yüz hatlarını Venedik’te Lajard Galerisi’nde, İstanbul’a gelen Venedikli ressam Gentile Bellini’nin yaptığı orijinal tablodan incelediğimi lütfen bildiriniz. Bellini buraya bizzat II. Mehmed tarafından portresini yapmak için davet edilmişti ve Padişah Abdülhamid Hazretleri’ne benziyorsa, bunda şaşılacak bir şey yoktur. Sultan II. Mehmed kendilerinin ataları değil midir?”

Hem tanıklık ettiği hem de toplumsal hafızada güçlü izler bırakan tarihi olayları da resmeden Zonaro Alman İmparatorunun Dolmabahçe Ziyâreti, Mevlevî Âyinleri, Preveze Zaferi, Dömeke Savaşı Hücumu gibi tablolar da yaptı.

Bunların dışında portre çizimleri de vardır ressamın. Pâdişah 2. Abdülhamit'in 3 farklı portresinden başka, “Mavroyenis Paşa”, “Şehzâde Abdurrahim Efendi”, “Yazar Adolph Talosso”, “Mahmut Şevket Paşa” ve “Enver Paşa” en meşhurlarıdır.

Zonaro’nun içinde yaşadığı ev aynı zamanda Osmanlı aydınları için bir atölye ve sanat merkezidir. Sonraki yıllarda ünlü Türk ressamları arasında yer alacak Celal Esad, Hoca Ali Rıza, Şehzade Abdülmecid, Celile Hikmet ve Mihri Müşfik Hanım gibi sanatçılar onun atölyesinde ders alan isimlerden bazıları.

Zonaro’nun İstanbul’u sanat hayatı kadar renkli ve çeşitli... Gün Doğarken Balıkçılar, Kayıkta, Odalık, Ney Çalan Derviş, Arzuhalciller, Rufai Dervişleri, Doğuluların Ahengi adlı tablolarıyla bize şimdilerde terk etmek zorunda kaldığımız memleketimiz gibi hasret duyduğumuz İstanbul’u hediye ediyor.

Zonaro, Sultan Abdülhamit’in iradesiyle İstanbul’un sandal sefalarını, Boğaziçi’ni, Galata ve Pera’sını tekrar tekrar resmederken karısı Elisa, İstanbul manzaralarını fotoğraflayıp değerli bir arşiv oluşturmuş; ayrıca harem kadınlarının fotoğraflarını çekerek sarayın resmi portrecisi unvanını almış.

Zonaro’nun İstanbul ile ilişkisi İttihat ve Terakki Fırkası’nın 1908’de Sultan Abdülhamit’i tahttan indirerek Meşrutiyeti ilan etmesiyle zora girer. Artık Saray Ressamı unvanını taşımayan Zonaro’ya atölye olarak da kullandığı Akaretler’deki dairede ancak kira verirse yaşayabileceği söylenir. 1911 yılında İtalyanların, Osmanlı toprağı olan Trablusgarp'a saldırmasıyla, İstanbul'da oluşan İtalyan karşıtı baskılara da daha fazla dayanamayarak Türkiye'yi terk etmek zorunda kalır. Halbuki İstanbul'da kaldığı 20 yıl boyunca tam bir İstanbullu olmuş, hattâ başındaki şapkayı atıp fes dahi giymişti. Meşhur otoportresinde bile kendisini, ağzında piposu ve başında fesiyle resmetmişti. Elinde kalan tabloları alelacele ucuz-pahalı satıp şehri terk eder ve Dolmabahçe Sarayı’nın duvarlarını süsleyen devasa tabloların ressamı kalbi kırık bir şekilde San Remo’da vefat eder.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bu yazıya ilk yorumu siz yazın.